08 Oca 2024
Türkiye’deki İlk Kadın Mühendislerin Tarihsel Serüveni
TÜBİTAK doktora araştırma bursuna hak kazanan İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Anabilim Dalı doktora öğrencimiz Gül Aydın ile tarihimizdeki ilk kadın mühendislere ilişkin bir söyleşi yaptık.
Haber: İTÜ Medya ve İletişim Ofisi
TÜBİTAK 2214-A Doktora Sırası Araştırma Bursu sonuçlarına göre Friedrich Alexander Üniversitesi’nde bir yıllığına misafir araştırmacı olarak bulunmaya değer görülen Gül Aydın, doktora tezinde ele aldığı tarihimizdeki ilk kadın mühendislere ve çalışmalarına dair İTÜ İletişim Direktörlüğü Haber Editörü Fatih Çünkioğlu’nun sorularını yanıtladı.
İstanbul Teknik Üniversitesi denilince akla öncü, Türkiye’nin ilkleri ve enlerine imza atan bir üniversite geliyor. Nitekim Türkiye’nin ilk kadın mühendisleri de İTÜ mezunu. Bize biraz doktora çalışmalarınıza ilham veren kadın mühendislerden bahseder misiniz?
Memnuniyetle. Evet, 1927-1950 gibi erken dönemlerde her biri kendi branşında Türkiye’nin ilk kadın mühendisleri olan isimler Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezundur. Ayrıca ziraat mühendisliği ve jeoloji gibi bazı branşlardaki ilk kadın mühendislerimiz de bulunmaktadır. Örneğin 1930’lu yıllarda Ankara Yüksek Ziraat Enstitüsü’nden mezun olanlar ya da Bordeaux Üniversitesi’nden mezun olan ilk Türk kadın jeolog Nuriye Pınar Erdem gibi… Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Doktora çalışmama ilham veren Yüksek Mühendis Mektepli kadınlardan kısaca bahsedecek olursam, örneğin Cumhuriyet döneminde özellikle 1930’lu ve 1940’lı yıllara baktığımızda yüksek inşaat/yol mühendislerimiz Melek, Sabiha ve Hürriyet hanımlar hem hayat görüşleriyle ve ülkemize kazandırdıkları mesleki çalışmalarla hem de uluslararası sahalarda tanınırlıklarıyla tarihsel öneme sahiplerdir. 1938 mezunu ilk kadın yüksek su mühendisimiz Mülhime Yazar’ın İstanbul’un su hattı projelerindeki üstün gayretlerinden dolayı elde ettiği başarılar, 1939 mezunu ilk kadın yüksek elektromekanik mühendisimiz Nezihe Önyay’ın ülkedeki elektrik üretiminin yaygınlaşması konusundaki çabaları, 1940 mezunu ilk kadın yüksek elektrik ve haberleşme mühendisimiz, aynı zamanda TRT’nin kurucularından ve ilk yönetim kurulu üyelerinden Asiye Senia Menküer’in radyo ve televizyon sahasındaki yenilikleri ülkemize kazandırmak için yurtiçi ve yurtdışında sarf etmiş olduğu yüksek performansı ve 1942 mezunu ilk kadın mühendis-mimarımız Celile Berk’in de yine yurtiçi ve yurtdışında hem akademide hem de meslek yaşamındaki katkıları ve çalışmaları, Türkiye’nin ilk kadın mühendislerinin global anlamda nitelikli bir konuma sahip olduklarını göstermektedir. Öte yandan Türkiye’de kadınların, mühendislik eğitimine yine pek çok ülkeden önce başladığı da bilinmektedir. Her biri kıymetli ve ilham verici hikâyelere sahip olan bu kadınlar Cumhuriyet döneminin inşasında birbirinden önemli sorumluluklar ve görevler üstlenmişlerdi.
1900’lü yıllardan günümüze kadar Türkiye’de ve dünyada kadın mühendislerin tarihinden ve gelişiminden kısaca bahseder misiniz?
Bu; oldukça uzun, bağlamsal ve karmaşık bir konu. Ancak kısaca şöyle özetleyebilirim. Burada politik söylemlerin bilimsel düzlemde hâkimiyeti söz konusudur. Bu sebeple kadınların mühendislik okullarına girişi ülkelere, sosyal bağlamlara ve ihtiyaçlara göre değişiklik gösteriyor. 19. yüzyılın sonlarında kadın hareketlerinin de ısrarlı talebiyle özellikle Amerika ve Avrupa’da kadınlara mühendislik eğitimi hakkı tanınıyor. Ancak bu kadınlar eğitimlerini başarıyla tamamlamış olsalar bile bir diploma sahibi olamıyorlar ya da sadece öğretmenlik yapabiliyorlar. Öte yandan bazı kadınlar da bir yüksek okul eğitimi almadan, aile şirketleri veya mühendis eşleri aracılığıyla mühendislik mesleğini sınırlı şekillerde icra edebiliyorlar. Başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde kadının mühendislik mesleğindeki yeri Birinci Dünya Savaşı sırasında değişiyor. Özellikle savaş dönemleri kırılma noktaları olmuş ve ülkeler kadınlara yalnızca belirli şartlarda alan açmış. Öte yandan Türkiye’de ise Cumhuriyet’in kurulmasının hemen ardından, 1927 yılı itibarıyla, Mustafa Kemal Atatürk’ün ülkemiz için gerçekleştirdiği yenilikçi devrimlerin bir sonucu olarak kız öğrenciler de mühendislik okullarında artık eğitim görebilmekte, diğer ülke örneklerinin aksine diploma sahibi olabilmekte ve mesleklerini devlet kurumlarında icra edebilmekteydiler. Ancak burada sorulması gereken önemli bir soru var. Britanya’daki ilk kadın mühendisler neden elektrik mühendisliğinde, Yunanistan’da mimarlık ve inşaat mühendisliğinde, Fransa’da havacılık mühendisliğinde, Türkiye’de ise yol, inşaat ve elektrik mühendisliğinde uzmanlaşmıştı? Bu minvalde sorularımız ve kadın mühendislerimizin mesleki sosyal tecrübeleri üzerinden dönemin mühendislik algısını toplumsal cinsiyet bağlamında tartışmaya açıyoruz.
Yüksek lisans tez çalışmanızı “Kadın Temsiline Eleştirel Bir Bakış: Türkiye’deki Kadın Müzeleri” üzerine yapmışsınız. Doktora çalışmanız sırasında özellikle dikkatinizi çeken, bahsetmek istediğiniz veya ilham veren bir hikâyeyle karşılaştınız mı?
Yüksek lisans tezimde yeni müzebilim araştırmalarının önemli bir alanı olan kadın müzelerini inceledim. Bunun için 2017 yılında Almanya’nın Bavyera eyaletinde kültürlerarası karşılaştırmalı araştırmalar yapan ve sergiler düzenleyen Museum Frauenkultur Regional-International isimli bir kadın müzesinde staj yaptım. Tabii ki buradaki sergi konseptlerinin kapsayıcı ve kuramsal düzeyde olmaları doktora çalışmama önemli ölçüde perspektif kazandırdı. Doktora çalışması, doğası gereği önemli işbirlikleri ve akademik network üzerinden yürüyen, yoğun bir araştırma, koşuşturma, muhtemel zorluklarla baş etme süreci olduğu için zaman zaman enerjiniz düşebiliyor. Ancak böyle durumlarda yeni bir şeyler keşfetmenin verdiği motivasyon ve sevinç sizi tekrar yükseltiyor. Ben de bulduğum her yeni belgenin ve bilgininin heyecanını danışmanımla paylaşmaya özen gösterdim ve onun da aynı duyguları yaşadığını görmekten son derece memnun oldum. Danışman hocamla son derece uyumlu ve koordineli bir şekilde çalışıyoruz. Türkiye’de mühendislikte kadın tarihini oluşturmak bizim açımızdan zorlayıcı ancak bir o kadar da keyifli. En önemlisi de gurur verici… İlk kadın mühendislerimizin hikâyelerinden etkilenmemek mümkün değil. Bu yüzden her bir kadın mühendisin birbirinden kıymetli yaşam anlatısına sahip olduğunu söyleyebilirim. Ancak sorunuz üzerine Melek Hanım ile ilgili kısa bir anekdot paylaşmak isterim. Melek Hanım bir röportajında gazeteci Hikmet Feridun Es tarafından kendisine yöneltilen “Yapacağınız köprülerden erkekler emniyet edip geçer mi?” sorusuna, “Benimki tamamıyla hesap işidir, ölçü işidir… Hesap ve ölçü doğru olunca artık emniyet meselesi kalmaz,” cevabını vererek, konunun kendisinin cinsiyetiyle bir ilgisi olmadığını açıkça özetler.
Geçtiğimiz aylarda, TÜBİTAK araştırma bursuyla Friedrich Alexander Üniversitesi Bilim, Teknoloji ve Toplumsal Cinsiyet Kürsüsü’nde misafir araştırmacı olarak çalışmaya değer görüldünüz. Tebrik ederiz. Doktora çalışmanız sırasında gelişen süreçleri ve mühendislikte kadın tarihi üzerine yapılan araştırmalarla ilgili düşüncelerinizi bizimle paylaşmak ister misiniz?
Çok teşekkür ederim. Evet, ülkemizde çalıştığım alanla ilgili ihtisaslaşmış bir bölüm veya program olmadığından, araştırmalarımı en iyi şekilde gerçekleştirebileceğim bir kurum arayışına girdim ve bu konuda önemli bir kürsünün başkanından, Prof. Dr. Maria Rentetzi’den çalışmalarımı ekibinde yürütmek üzere misafir araştırmacı olarak davet aldım. Sonrasında TÜBİTAK 2214-A Doktora Sırası Araştırma Bursu’nu bir yıl süreliğine kazandım. FAU’daki Bilim, Teknoloji ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları dünyadaki sayılı kürsülerden biri olması nedeniyle önemlidir. Burada disiplinlerarası ve ulusötesi yaklaşımlar ağırlıktadır. Dolayısıyla doktora projemiz için önemli bir süreç olacağı kanısındayım.
Biz, birkaç problemden ve meseleden yola çıkarak bu araştırmayı tasarlamaya karar verdik. Kıymetli danışmanım İTÜ Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Tuncay Zorlu, LEE Bilim ve Teknoloji Tarihi doktora programındaki derslerimizde toplumsal cinsiyet konusundaki yaklaşımlarımı gözlemlemiş ve özellikle bu alana eğilmem gerektiği hususunda teşvik edici yönlendirmelerde bulunmuştu. Üzerine biraz istişare ettikten sonra Türkiye’de kadın mühendislerin tarihsel anlamda araştırılmadığını ve dahası kadın çalışmalarına yönelen çoğu yazarın defalarca araştırılmış, kitaplaştırılmış ve makaleleri yazılmış benzer alanlardaki kadınları ve çalışmaları tekrar tekrar sunduklarını gözlemledik. Üstelik ülkemizde toplumsal cinsiyet meselesi tarihsel bir analiz kategorisi olarak bu kadar yol kat etmişken teknoloji ve mühendislik alanlarında tarihsel çalışmaların göz ardı edilmiş olması da büyük bir soru işaretiydi. Ancak bugün artık hikâyeleri tekrar tekrar dinlemeye değil yeni sorular üretmeye ihtiyacımız var. Bunu doktora çalışması olarak tasarlamayı düşündük, ancak karşımızda tarihsel anlamda büyük bir bilinmezlik duruyordu. Bu noktada yine, danışmanım Tuncay Zorlu’nun kıymetli akademik teşviklerinin projemiz için büyük bir motivasyon kaynağı olduğunun altını çizmek isterim. Çünkü 1927 ile 1950 yılları aralığında Yüksek Mühendis Mektebi’ne başlayıp buradan mezun olan ilk kadın mühendislerin hiçbiri ne yazık ki hayatta değildi. Çoğunun ismi, bırakın literatürde yer almayı, internette bile çıkmıyordu. Dünya çapında mühendislikte kadın tarihi üzerine sayısız tarihsel ve kuramsal çalışma yapılıyorken Türkiye’de bu araştırmalar yalnızca belirli “idealize edilmiş” kadın figürler üzerinden yürütülüyordu. Nitekim ilk kadın mühendislerimizden Sabiha Gürayman buna önemli bir örnektir. Sabiha Hanım’ın ülkemiz adına gerçekleştirdiği çalışmalara büyük saygı ve minnet duyuyoruz. Ancak 21. yüzyılın başından bu yana ilk kız öğrenci/kadın mühendis olarak yalnızca Sabiha Gürayman anılıyor. Her sene çeşitli özel günler dolayısıyla tüm sosyal mecralar yalnızca kendisini hatırlatıyor ve böylelikle hikâyesini yeniden yazıyordu. Ancak sınıf arkadaşı Melek Hanım da ilk kadın mühendisimiz olmasına rağmen kendisine dair bir araştırma bile bulunmuyordu. Benzer dönemlerde başka branşlardaki kadın mühendislerimiz de farklı perspektiflerden bizlere seslenmeyi ve hikâyelerini gelecek nesillerle paylaşmayı bekliyorlardı. Öyle ki hem öğrencilik hem de meslek yaşamlarında sergiledikleri dönemin ilerisinde karakteristik tutumlar ve özgün fikirleri, bizi her kadın mühendisin araştırılmaya değer nitelikte bir tarihsel anlatısı olduğu gerçeğiyle yüzleştirdi. Nitekim, Melek Hanım’ın ailesinden bu konudaki serzenişlerini dinlediğimizde tarihsel anlamda ne kadar haklı bir soruna değindiğimizi teyit etmiş olduk. Bu arada çalışmamız, İTÜ-BAP (Bilimsel Araştırma Projeleri Koordinasyon Birimi) tarafından da Lisansüstü Tez Projesi olarak destekleniyor.
Akademisyen ve idari personel sayılarında kadın-erkek oranlarıyla İTÜ, dünyadaki teknik üniversiteler arasında çok özel bir yerde, özellikle son zamanlarda İTÜ’deki genç kadın akademisyen sayılarındaki önemli yükseliş ise nitekim bu alandaki en net göstergelerden biri. İTÜ’de bilim, teknoloji ve toplumsal cinsiyet gibi konularda gerçekleştirilen birçok etkinlikte aktif olarak yer almaktasınız. Bu bağlamda İTÜ’de yapılan çalışmalardan ve projelerden bahseder misiniz?
250. Yıl Faaliyetlerinde aktif olarak yer almayı önemsiyorum. Çünkü İTÜ’nün bizlerde yaratmış olduğu aidiyet duygusu, katkı sunduğumuz eserlere de yansıyor ve 250 yıllık bir efsanenin birer paydaşı olduğumuzu hissettiriyor. Mayıs 2022 tarihinde Mühendislik ve Mimarlığın 250 Yılı Uluslararası Sempozyumu’nda danışmanım Tuncay Zorlu ile ortak çalışmamız olan Türkiye’nin ilk kadın mühendislerinden Sabiha Rıfat Gürayman’ı ilk kez akademik tebliğ olarak sunduk. Haziran 2022 tarihinde de İTÜ ve KADEM ortaklığıyla gerçekleştirdiğimiz bir panelde Yüksek Mühendis Mektebi’nin ilk kadın öğrencileri üzerine bir konuşma yapmıştım. Aynı oturumda 1963 İTÜ İnşaat Fakültesi mezunu Ülkü Arıoğlu ve TÜBİTAK Kutup Araştırmaları Enstitü Müdürü Prof. Dr. Burcu Özsoy da kıymetli tecrübelerinden bahsetmişlerdi. Bu panelde Rektörümüz Prof. Dr. İsmail Koyuncu son verilere göre İTÜ’deki kız öğrenci ve kadın idari personel sayısının yüzde 35 olduğunu, Rektör Yardımcımız Lütfiye Durak Ata hocamız da sunumunda İTÜ’deki kadın akademisyen oranının yüzde 46’ya vardığını ve bunun Teknik Üniversite için dünyaya örnek olabilecek önemli bir başarı olduğunu ifade etmişti. Yine 250. Yıl Etkinlikleri kapsamında hayata geçirilen İTÜ Bilim, Mühendislik ve Mimarlık Tarihi Külliyatı projesinde “Yüksek Mühendis Mektebi’nden İstanbul Teknik Üniversitesi’ne Türkiye’nin İlk Kadın Mühendisleri” başlıklı bir bölüm makalesiyle katkı sunarak yer almış oldum. Öte yandan İTÜ Bilim, Teknoloji ve Mühendislikte Kadın Araştırma ve Uygulama Merkezi (KAUM) Müdürü, Kıymetli hocam Prof. Dr. Hatice Ayataç ile 250. Yıl Faaliyetleri dolayısıyla bir araya gelerek, İTÜ KAUM kapsamında yürütülen Mimoza dergisinin 250. Yıl anı sayısının okulumuz adına önemine değindik. Bu sayede Mimoza 250. Yıl anı sayısında yayımlanmak üzere “Yüksek Mühendis Mektepli İlk Kız Öğrenciler” konulu bir araştırma yazısıyla bu kıymetli dergimize de okulumuz adına katkı sunmaktan büyük bir memnuniyet duyduğumu ifade etmek isterim. Belirttiğim gibi, İTÜ’nün yaşattığı aidiyet hissi bizleri okulumuzun ve bu tarihsel bağın önemli paydaşları haline getiriyor. Bu da araştırmalarımıza yeterli motivasyonu sağlaması ve bilimsel verimliliğimizi desteklemesi bakımından önem arz ediyor.