08 Mar 2021

Pandemide Kadınların İş Yükü Arttı

“Topyekûn Bir Zihniyet Değişikliğine İhtiyacımız Var”

Haber: İTÜ Medya ve İletişim Ofisi

İstanbul Teknik Üniversitesi, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü dijital mecralardan düzenlediği bir dizi etkinlikle kutluyor. 1933 yılında Yüksek Mühendis Mektebi’nden başarıyla mezun olan Türkiye’nin ilk kadın mühendislerinden Sabiha Rıfat Gürayman ve Melek Erbul’un ilham veren hikâyeleri bunlardan sadece birkaçı. İTÜ Haber olarak, kadın hakları mücadelesinin sembolü olan bu özel günde, İTÜ Bilim, Mühendislik ve Teknolojide Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi İTÜ BMT KAUM Müdürü, Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyemiz Prof. Dr. Leman Figen Gül ile bir röportaj gerçekleştirdik. Sorularımızı içtenlikle yanıtlayan değerli akademisyenimize teşekkür ediyoruz.

 

Kadının toplumsal ve siyasal yaşamda konumlanmasına dair özellikle son elli-altmış yıldır tüm dünyada anlamlı bir gelişme söz konusu… Bugünden baktığınızda dünyada ve ülkemizde kadınlar sosyal haklar bakımından arzu edilen noktada mı?

Sosyal haklar toplumsal yaşama katılım için gerekli olduğunu düşündüğümüz tüm alanları kapsıyor, eğitimden aile yaşamına, yeterli ve güvenli beslenmeden sağlık hizmetlerine kadar… Dünya genelinde her ne kadar sizin de sözünü ettiğiniz gelişmeler “sosyal politikalar” bağlamında gelişmiş ülkelerde belli bir düzeyde olsa da dünyanın gelişmekte olan ülkelerinde arzu edilen seviyede bir sosyal yaşamdan, sosyal refahtan söz etmek mümkün değil. Maalesef bu gibi ülkelerde sadece kadınlar değil, toplumun kırılgan tabakaları, yaşlılar, engelliler ve çocuklar da dahil, toplum içerisinde birey olarak sahip olmaları gereken en temel insan haklarından mahrum kalabiliyorlar.

Türkiye’de de elbette tüm bu konular, insan hakları ve sosyal haklar, kanunlarla devlet güvencesi altına alınmıştır. Özellikle sosyal politikalar çerçevesinde, refah devleti olmanın gereği olarak yasal mevzuatta iyileştirmeler yapılmış ve bu yönde mekanizmalar işletilmektedir. Ancak mevzuatta yazılı olan olgular, toplumsal yaşamda karşılığını bazen bulamayabiliyor. Kadının toplumsal varlığı kimi zaman aile içerisinde üstlendiği (veya üstüne yüklenen) görevlerden ibaret ve asli görevleri temelde ev içi bakım işleriymiş gibi algılanabiliyor. Kadınlarımız, aile ve toplumsal yaşam ile iş yaşamı arasındaki dengeyi bulmada çoğu kez zorlanıyorlar. Bana kalırsa kadın istihdamının, ekonomik ve siyasi hayatta kadın varlığının desteklenmesi gerekiyor. Yani meseleyi bir bütün olarak ele almak lazım, sadece sosyal haklar çerçevesinde değil. Toplumsal hayatta, sosyo-ekonomik ve siyasi hayatta daha çok başarılı, görünür, rol model olabilecek ve lider yönü olan kadına ihtiyacımız var. Siyaset arenasına bakalım mesela… 1935’te ilk kez % 4,6 gibi bir temsil oranıyla meclise giren Türk kadını, aradan geçen 86 yıldan sonra bile halen “erkekler kulübüne” dahil olamıyor, temsil oranımız % 17,4’te kalmış durumda. Ekonomiden siyasete, bilimden teknolojiye her alanda lider pozisyonda, etken rollerde daha çok kadına ihtiyacımız var; ancak bu şekilde toplumun her kesimine yayılan bir değişimden söz edebiliriz.

Bu soruyla bağlantılı olarak; kadınların hayatın her alanına katılımına dair teorik düzeyde çoğu zaman çağımızı aşan görüşler, düşünceler, niyetler, eylem planları ve hatta yasalar çıkarılıyor. Ancak pratiğe baktığımızda bütün bunların bir noktada askıda kaldığı görülüyor. Bütün bunları içselleştirmek ve benimsemek anlamında bir sorun yaşanıyor muhtemelen… Bu zihniyet değişimini sağlamak adına neler yapılabilir?

Kesinlikle topyekûn bir zihniyet değişikliğine ihtiyacımız var, bu konuda haklısınız. Toplumda genel olarak, özellikle de çalışma hayatında erkek egemen bir zihniyet mevcut. Zihniyet değişikliği öyle bugünden yarına gerçekleşebilecek bir şey değil maalesef. Toplumda yıllar içerisinde oluşmuş değerler, tutumlar, kabuller, doğrular, yaşam biçimleriyle ilişkili. Kullandığımız dile bakın mesela; farkında olmadan kullandığımız eril ve dişil cinsiyetçi ifadeler bunu en iyi yansıtan unsurlar. Yaşadığımız toplumun kültürü ve gelenekleri içerisinde hepimiz farkında olmadan kullanıyoruz, farkında olmadan ötekileştiriyoruz. Mesela “kadın milletvekili”, “kadın şoför”, “kadın mühendis” gibi; bu meslekler dişil ifadelerle neden bir arada ele alınıyor? Kitle iletişim araçlarında sıklıkla bu ifadeleri görüyoruz, bunu dikkat çekici buluyor olmalılar. Dilimizde kullandığımız pek çok incitici ifadeyi burada söylemeye bile gerek yok. Tüm topluma görev düşüyor bu noktada, kendimizle yüzleşelim, çocuklarımızı yetiştirirken, özellikle bu eril/dişil tamlamalardan, ötekileştiren dilden uzak kalmaya çalışalım.

Yine kitle iletişim araçları ve yaygın kültür üretimleri, diziler, filmler, ataerkil bakışa eleştirel yaklaşmaya çalışarak kadın algısını dönüştürebilir, bu yolla zihniyet değişimine destek olabilir. Güçlü, lider erkek ile zayıf ve korunmaya muhtaç kadın klişesinin dışına çıkmak lazım. Birey olarak yapabileceğimiz bu noktada, ancak bu malzemenin alıcısı olmamak olabilir. Medyada, popüler kültür ürünlerinde kadın bedeninin metalaştırılması da aynı derecede eleştirilmesi gereken bir husus. Bu bağlamda İTÜ BMT KAUM olarak biz kadın sorunu üzerinde farkındalık yaratmaya çalışıyoruz, konunun uzmanları başarılı kadınlarımızla toplumsal cinsiyet bağlamında kadın sorunlarını ele alıyoruz, seminerler, sohbetler düzenliyoruz.

Son yıllarda kadına yönelik şiddetin arttığını gözlemliyoruz. Sizce bunun sebebi ne olabilir?

Son sene içerisinde pandeminin de etkisiyle ev içerisinde yaşanan şiddet olaylarında bir artış olduğunu biliyoruz. Kadınların ekonomik ve sosyal hayatın içerisinde daha aktif olmasıyla ve ev yaşamındaki geleneksel rollerin modernleşmeyle birlikte evrilmesinin bir sonucu olarak aile içerisinde bir gerilim oluşabiliyor. Eskiden pek çok kadın aslında yaşadığı, maruz kaldığı davranışın şiddet olduğunun bile farkında değilken artık daha bilinçli. Basın da bu konularda duyarlı, kadına yönelik şiddet haberlerini gündemde tutuyor, daha çok duyuyoruz, daha çok görüyoruz.

Genel olarak şiddet maalesef tüm dünyada, en gelişmişinden en az gelişmişine kadar her ülkede, eğitimlisinden eğitimsizine kadar her toplum kesiminde karşımıza çıkabiliyor. Çocukluktan itibaren şiddete maruz kalabiliyoruz. 2019 Dünya Sağlık Örgütü şiddet raporuna göre, dünya genelinde her dört yetişkinden biri, cinsiyetten bağımsız olarak, çocukluğunda fiziksel şiddete maruz kalıyor. Ayrıca yine aynı rapora göre, kadınlarda her beş yetişkinden biri, erkeklerde ise on üç yetişkinden biri çocukken cinsel istismara uğramış. Şiddet genel bir olgu olarak mücadele edilmesi gereken bir sorun, çocukken şiddete uğramış birey yetişkin olunca da şiddet uygulayan kişi oluyor.

Kadına yönelik şiddette ise, 90’lı yıllarda kadın örgütlenmesindeki artışla birlikte mücadelede bir ivme görüyoruz. Kadınlar bu konularda bilinçlenmeye başladı. Şiddetin pek çok çeşidi var; fiziksel, psikolojik, ekonomik, dijital vb. Bundan önce yaygın olarak şiddet konusu aile içerisinde kalması gereken bir konu olarak düşünülüyordu. Şiddetin utancıyla belki de kadınların sessiz kaldığını biliyoruz, bu durumun tespitini yapan akademik çalışmalar mevcut. 2000’li yıllarla birlikte kadına yönelik şiddetin bir suç ve insan hakkı ihlali olduğuna yönelik bir konsensüs oluşuyor, çeşitli koruyucu mekanizmalar, devlet eliyle veya gönüllü kuruluşlar sayesinde, şiddet gören kadını korumaya yönelik çok somut adımlar atılıyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Eylem Planı çerçevesinde olumlu yaklaşımlar mevcut, ancak burada belirlenen hedeflerin ne kadarının uygulanabilir olduğu, pratik hayata geçebileceğini zaman gösterecek.

Bu noktada da yine topyekûn zihniyet değişikliği gerekli, şiddetin önlenmesinde kolluk kuvvetlerinin uzun süreli ve hızlı bir süreç yönetimi görevi üstlenmesi gerekiyor. Çoğu kez şiddet mağduru farklı aşamalarda yardım istiyor, ancak basına yansıyan olaylardan gördüğümüz kadarıyla, hızlı müdahalede ve bazen de tehdidin ciddiyet derecesini anlamada çeşitli zorluklar yaşanabiliyor.

Erkeklerin baskın olduğu her alanda; iş dünyasında, siyasette, sporda vb. kadınlar da belirgin biçimde öne çıkmaya başladı. Kadın bir akademisyen olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başarılı ve rol model olabilecek kadınların görünür olması, başarı hikâyelerini anlatmaları oldukça önemli. Genç kızlarımıza her alanda başarılı olabileceklerini nasihat etmek yerine, başarılı olmuş kişileri tanımaları ve onlardan bu hikâyeleri dinlemeleri daha kalıcı etki bırakıyor.

 

Son bir yıldır yaşadığımız pandemi sürecinin kadınlar üzerinde psikolojik ve sosyolojik anlamda nasıl etkileri oldu sizce? Örneğin iş yükü daha mı arttı? Veya evlere kapandığımız süre boyunca erkeklerin farkındalığı da artmış olabilir mi?

Bu konuda çeşitli araştırma raporları yayımlandı. TÜSİAD, TÜRKONFED ve UN Women Türkiye işbirliğinde, 339 şirketin katılımıyla gerçekleştirilen COVID-19 Salgınının Kadın Çalışanlar Açısından Etkileri Araştırması’nın bulgularına göre Covid-19 döneminde kadın çalışanlar açısından üç konunun öne çıktığı tespit edilmiş: Birincisi % 99’la artan ev işleri ve bakım sorumlulukları, ikincisi % 97 uzaktan/evden çalışma ile artan iş yükü ve üçüncüsü ise % 95’le endişe, psikolojik stres ve tükenmişlik hissettikleri yönündeki ifadeleri olmuş. UN Women yine bu konuda, yaşanan eşitsizliklerde artış ve kadınların kazanılmış haklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğuna yönelik raporlar açıkladı.

Kendi gözlemlerimden yola çıkarsam; akademisyen olarak iş yükümüzde bir artış olduğu, her an erişilebilir olma beklentisinin oluştuğunu söyleyebilirim. Akşam saatleri veya hafta sonu yasakları süresince, alışkın olduğumuz çalışma günleri ve saatleri dışında çevrimiçi toplantılar yaygınlaştı. Bu durum da her zamankinden daha çok çalışmamızı gerektiriyor. Bunun yanı sıra, ev bakım işlerinde erkeklerin de hiç olmadığı kadar bu sorumluluklara katkı sağlamaya çalıştığını gözlemlesem dahi, yine de kadınların üzerindeki yüklerin daha fazla arttığı tespitini yapmak yanlış olmaz.

Kadınlar aslında tüm dünyada her alanda fark yaratan adımlar atıyor. Teknolojide fark yaratan kadınlar desem kimleri sayabilirsiniz?

Önceki sene teknolojide fark yaratan kadınlar temasıyla 8 Mart etkinliğimizi gerçekleştirmiştik, bu konu oldukça gündemde. Günümüzde MIT Media Lab’ta takip ettiğim öncü kadınlar var, ama benim favorim tarihi figürler… Yaşadıkları dönem itibarıyla kadınların sosyo-ekonomik durumları da göz önüne alındığında, buluşlarıyla bugünkü teknoloji dünyasına yön vermiş kadınlar. Benim de çalışma alanımla ilgili olduğundan, özellikle yaptıkları çalışmalarla bilgisayar bilimlerine önemli katkılar yapmış 18. yüzyıldan Ada Lovelace ve 20. yüzyıldan Grace Hopper… Her ikisini de çok ilham verici buluyorum.

Ülkemizde kadın girişimciler öne çıkmaya başladı? Her alanda başarılı kadın girişimcileri daha fazla görür olduk? Siz bu durumu neye bağlıyorsunuz?

Girişimcilik, genç ve kadın girişimcileri teşvik konusu hem STK’lar ve özel sektör, hem de kamu sektöründe gündemde; eğitim faaliyetleri, hibe ve destek programları, vergi indirimleri uygulanıyor. Girişimcilik ekosistemi gelişiyor, kadınlara ve gençlere pozitif ayrımcılık da yapılmakta. Bu durumda elbette iyi fikir sahibi olup da küçük bir sermayesi olan, nereden başlaması gerektiğini bilemeyen kadınlar için olumlu bir ortam sunuyor.

İTÜ’lü bir akademisyen olarak genç bilim kadınlarına ne gibi tavsiyeleriniz olur?

Mimar bir akademisyen olarak, mimarlık alanıyla ilgili tavsiye verebilirim. Her şeyden önce mesleği sevmek, toplumun sosyo-ekonomik, kültürel her türlü dinamiğini takip etmek, geniş bir bakışla algı perspektifini açık tutmak gerekiyor. Öğrencilerime özellikle kendilerine biçilen kalıplar içerisinde kalmamalarını, sürekli kendilerini geliştirme gayreti içerisinde olmalarını tavsiye edebilirim. Mimarların insan yaşamına dokunma misyonu var, bunu kıymetli buluyorum.

İTÜ Ayazağa Kampüsü

Rektörlük Binası Maslak-Sarıyer / İstanbul

İTÜ Ayazağa Kampüsü Telefon

0212 285 30 30 (40 Hat)

İTÜ Ayazağa Kampüsü Fax

0212 285 29 10

İTÜ