29 Ara 2020
İTÜ Konuşmalarının Gündemi: “Yarının Suyu ve Kuraklık”
İTÜ Konuşmaları geçtiğimiz hafta, “Yarının Suyu ve Kuraklık” başlığıyla, üniversitemizin iki önemli bilim insanını ağırladı. İTÜ’nün sosyal medya kanallarında canlı yayınlanan programda, öğretim üyelerimiz Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile Prof. Dr. Lütfi Akça Türkiye’nin su kıtlığı, su israfı, barajların doluluk oranı ve Türkiye’yi bekleyen kuraklık sorunu konuları üzerine değerlendirmelerde bulundular.
Haber: İTÜ Medya ve İletişim Ofisi
Türkiye’de yağışların mevsim normalinin altında olması ve baraj suyunun gitgide azalması kuraklık konusunu da gündeme getirdi. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği Bölümü ve Afet Yönetim Araştırma ve Uygulama Merkezi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu ile İTÜ Çevre Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Lütfi Akça, Türkiye’nin su kıtlığı, su israfı, barajların doluluk oranı ve Türkiye’yi bekleyen kuraklık sorunu konuları üzerine değerlendirmelerde bulundular.
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu: “Meteorolojik kuraklık değil; zihinsel kuraklık en tehlikelisi”
Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu’na göre, Türkiye’nin problemi sadece kuraklık değil, birçok nedenle ortaya çıkan su kıtlığıdır. Bu anlamıyla ülkemizin henüz bunu fark edecek bir seviyeye gelemediğini vurgulayarak sözlerine şöyle devam ediyor: “Aslında bizim en büyük problemimiz su kıtlığı, yani suyun kıt olması... Su kıtlığının ise birçok nedeni var. Bunların başında; yağışların olduğu yerler ile suya ihtiyacın bulunduğu yerlerin birbirinden çok farklı ve uzakta gelişiyor olması gelir. Ayrıca içme, kullanma ve sulama suyu kalitesi her gün geçtikçe artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri neticesinde düşüyor. Ve su havzaları korunamayıp tahrip ediliyor...”
Sayın Kadıoğlu, gerçekten de kış kuraklığı, yaz kuraklığından daha vahim sonuçlar mı doğurur?
İklimi yarı kurak olan ülkemizde yaşanan kuraklıktaki artışın birçok nedeni var. Özellikle kışın miktar olarak en çok yağış alan Akdeniz ikliminin hâkim olduğu bölgelerde kışın yağış olmaması, yani kış kuraklığı büyük sıkıntı oluşturuyor. Yaz aylarında zaten normalde yağış miktarı düşüktür. Bu nedenle zaten az olan yaz yağışının yağıp yağmaması çok önemli olmamaktadır. Ayrıca kışın kar yerine yağmur yağması, yani kar kuraklığı da büyük problemdir. Kışın alçak basınç merkezleri ve ona bağlı sıcak ve soğuk cephe kuzeyden inerek ülkemize yağmur ve kar getirir. Bazı yıllar bu sistemler jet akımlarının güneye inememesi ya da Türkiye’nin batısı ya da üzerine yerleşen yüksek basınçların engellemesi yüzünden ülkemize gelememektedir. Artan kent ısı adası etkisi yüzünden de kentlere yağan kar yere ergiyip yağmur olarak düşmektedir.
Bugün Türkiye’nin yaşadığı süreç kuraklığın hangi aşamasıdır?
Yağışların azlığı kuraklığın ilk işaretidir. 1 Ekim 2019-2020 su yılının başından bu yana yağış miktarının düşük olması meteorolojik kuraklığa bir işarettir. Kuraklık devam ederse tarımsal kuraklık, meteorolojik kuraklıktan hemen sonra oluşur. Böylece tarım, kuraklık tarafından etkilenen ilk ekonomik sektör olur. Yağışların akışa geçerek nehir ve göllerin su seviyeleri etkilemesi belli bir zaman alır. Böyle giderse içme ve kullanma suyunda sıkıntılarla birlikte tarımsal ve hidrolojik kuraklığın sonuçları zamanla sosyo-ekonomik kuraklık olarak kendini gösterecektir.
Önlem alınmazsa Türkiye gerçekten üç tarafı denizlerle kaplı kurak bir ülke olur mu?
Yakın bir zamanda olmasa bile böyle bir tehlike var. Özellikle ormanların, tarım alanlarının, diğer çevre unsurlarının, su havzalarının ve yeraltı sularının korunması şart. Yetkili ve etkili biri olsam, şu an Türkiye’de “Ulusal Yağmur Suyu Seferberliği” başlatır, su havzalarını çakıl taşına varıncaya kadar korurdum. Suyun kısıtlı, yağışların bazı bölgeler dışında miktar ve dağılımının düzensiz olduğu, büyük şehirlerde ve tarımsal üretimde suyun kısıtlı bulunduğu; içme, kullanma ve sulama suyu kalitesinin gün geçtikçe artan sanayi ve diğer çevre kirlilikleri neticesinde düştüğü ve küresel iklim değişikliğiyle artan hava ve buharlaşma, azalan yağış miktarı düşünülürse, ülkemizin kuraklığın şiddetini çok yakın bir zamanda bugünkünden çok daha fazla hissedeceği görülür. Kuraklığın artmasıyla birlikte şehir ve ülke sınırlarını aşan nehirlerin kullanımı da dahil olmak üzere, birçok uluslararası, ulusal ve yerel su kaynağının paylaşımı ve yönetimi daha da zorlaşacaktır. Bütün bunlar, ülkemizin ileride karşılaşabileceği tehlikenin boyutlarını göstermesi açısından son derece önemlidir.
Çözüm için yeni yaklaşımlar nelerdir?
Kuraklıkla mücadele için ülkemizde yeni bir yaklaşım gerek. Şüphesiz artık zor ve geçici bir çözüm olan boru döşeyip su getirmek ya da deniz suyunu arıtmak da meseleyi çözümlemeyecektir. Çözüm, dünyanın geldiği en son nokta olan eldeki suyu doğru yönetmek. Ama nasıl? Bunun için somut ve çözüm odaklı olmalıyız; bu minvalde özellikle üzerinde duracağım şu hususlar son derece önemlidir:
Kuraklığı tam izle: Yeraltı ve yerüstü su seviyelerini, toprak nemini, yağmış ve yağacak yağmuru, buharlaşma miktarlarını, bitki örtüsünü ve kuraklık indekslerini tek elden izleyecek bir meteoroloji birimi kurmak gerekir. MGM haritası sadece meteorolojik kuraklığı gösteriyor, oysa bizim hidrolojik ve tarımsal kuraklığı da bilmemiz ve takip edebilmemiz elzemdir. Aksi durumda, körün fil tarifi gibi bir durumla karşı karşıya kalırız.
Kent su bütçesi yap: Suyun para kadar kıymetli bir değer olduğu hep söylenir, ama mali bütçeye benzer bir bütçesi her yıl yapılmaz. 1 Ekim su yılı başında (tıpkı mali yıl başı olan 1 Ocak gibi) her yıl devreye girecek “Su Bütçesi”nin hazırlanıp yürürlüğe koyulması gerekir.
Kuraklık mücadele planı yap ve uygula: Su bütçesindeki açıkları zamanında kapamak için önceden tüm paydaşlarla belirlenmiş olan önlemleri içeren bir “Kuraklıkla Mücadele Planı”mız olmalı. (Su bittiğinde artık yapacak bir şeyimiz kalmaz. Yani suda da risk yönetimi vardır; kriz yönetimi yoktur.) Şu an belki de yazın içeceğimiz suyla araba yıkıyoruz. Önlem almak için geç kalmak çok tehlikeli.
Yağmur suyu hasadı başlat: Özellikle binaların çatılarından gelen yağmur sularını sarnıçlarda depolayıp kullanım suyu olarak değerlendirilmesine yönelik düzenlemeler yapılmalı. İçme suyu ile kullanım suyu birbirinden mümkün olduğunca ayrılmalı. Bu önlem, şiddetli yağmurlarda cadde ve sokakların hemen birer dereye dönüşmesini de engelleyecektir.
Arz ve talep dengesini koru: Kentlerde ve çevresinde kullanılabilecek su kaynakları, bunların küresel iklimden nasıl etkileneceği belirlenerek su arz ve talep dengesi kurulmalı. Sürekli artan nüfus, HES, tropikal bitki gibi nedenlerle su talebini sonsuza dek karşılamak mümkün değil. Bir kentin havası, suyu ve toprağının besleyebileceği kentlerin ideal nüfus, tarım ürünleri ve sanayi kapasitesi hesaplanmalı ve ona göre hareket etmeli. Eğer kuraklık, mesela üç yıl peş peşe devam ederse tam bir felaket olur. Bir senenin kurak geçmesinin sosyo-ekonomik etkileri bir şekilde tolere edilebilir, ama daha uzun sürerse başta tarım ve hayvancılık olmak üzere her şey biter. Dünyada iklim göçlerine örnek gösterilen Osmanlı zamanındaki Celali İsyanları gibi bir durum... Yani doğru önlemleri zamanında almazsak tarih tekerrür eder.
Programımıza katılan diğer katılımcımız Prof. Dr. Lütfi Akça’ya göre, suyu havzanın dışına aktarmak doğru değil, çünkü her havzanın bir su değeri var. Doğal dengeyi bozduğunuz zaman hem sosyal hem ekolojik sıkıntılar çıkabiliyor.
Sayın Akça, kuraklığın dışında su kaynakları bakımından Türkiye’nin potansiyeli nedir? Türkiye su kaynakları bakımından zengin bir ülke midir normalde?
Kişi başına düşen kullanılabilir potansiyel suyumuz yılda bin 350 metreküp civarındadır. Dünya ölçeğinde kişi başı su skalası bin ila bin 700 arasında olmalıdır. Binin altındaysa kıtlık başlıyor; 500’ün altına düşerse mutlak kıtlık, bin 700'ün üstündeyse artık gittikçe daha rahatlayan bir skalanız var demek oluyor. Bin 350 metreküp bize diyor ki; suyunuzu iyi yönetin. Sonuçta arz-talep dengesi kurulmalı. Nüfus arttıkça su kullanımımız artacak. Diğer taraftan iklim değişikliğinin etkileri gelecek. Bütün bunlar gelecekte bin 350 metreküp suyumuzu bin metreküp düzeyine, belki de bin metreküpün daha da altına düşürebilecek.
Su kaynaklarımızın yönetimi açısından ne gibi önlemler alınırsa kuraklık olarak ifade ettiğimiz bu süreci engelleyebiliriz?
Türkiye'nin gerçek durumunun görülebilmesi için bölgesel durumuna bakılması gerekiyor. Suyu havzanın dışına aktarmanız doğru değil, çünkü her havzanın bir su değeri var. Doğal dengeyi bozduğunuz zaman hem sosyal hem ekolojik sıkıntılar çıkabiliyor hem de bu potansiyelin tamamını kullanamıyoruz. Bizim ülke genelinden ziyade bölge bölge bu havzaları konuşmamız ve bu havzalara çözüm getirmemiz gerekiyor ki zaten ekolojik verilerin, projeksiyonların da gösterdiği üzere, bu sene karşılaşabileceğimiz su kıtlığı da zaten en çok bu havzalarda ortaya çıkıyor.
Üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkeyiz. Ancak şu an kuraklıktan bahsediyoruz. Su kaynakları denilince aklımıza neler gelmeli, denizden su alıp kullanma gibi bir durum söz konusu mudur?
Deniz sularının varlığı su güvenliği açısından bir güvencedir. Hiç suyunuz kalmazsa denizden su elde edebilirsiniz. Ancak denizden su elde etmenin bir maliyeti var. Türkiye için bu bir çözüm mü diye soracak olursak; fizibilitesini yaparsınız, eğer uygulanabilir ise bu çözümdür. Artık günümüzde atık suların da geriye kazanılmaya başlandığını görüyoruz. Teknolojik olarak baktığımızda enerji tüketimi açısından baktığımızda, atık suyu içme suyuna çevirmek deniz suyunu çevirmekten daha az maliyetli.